Yobidasareta Satsuriku-sha
Önceki Bölüm || Seriye Git || Sonraki Bölüm
Çevirmen: Şhin & Editör:Faen
2.Bölüm: The Kill
[Beyaz Bıçak ve Beyaz Boyun]
“Ne...”
Hifumi'nin
ani hareketlerine şaşıran, iki tanrı sok içinde donmuştu.
“Adam
kaçırmaya benzese de, benim için çok mutluluk verici bir durum.”
Hifumi
hiçbir şey söylemeyen iki Tanrıyla göz teması kurmadan konuştu.
“İlk
defa yaşayan bir şeyi... Tanrı'ya yaşayan demek olur mu
bilmiyorum ama... kestim. Çok iyi hissediyorum. Savaş sanatı
yoluna girdiğim on yıl boyunca, kolumu ne kadar kaldırırsam
kaldırıyım, bir yaşamı alma arzusuyla doldum. Büyü ve kılıcın
dünyası? Canavarlar da varmış. Kısaca yaşamını alabileceğim
iyi rakipler var. Kabataslak konuşursak, insan hayatı
Japonyadaki'nden daha az değer görüyor. Bir nedenim varsa birini
öldürebilirim.”
Kılıcında
kan yoktu ama, kanı akıtırmış gibi sallayıp kınına soktu.
Hifumi'nin
büyü çemberine basan ayaklarından, yavaşca kaybolduğu görüldü.
“Anlaşılan,
bu biraz zaman alıyor...”
“A,
ama bu şekilde onun gitmesine izin vermek iyi mi?”
Sakalını
okşayan yaşlı Tanrı sankinleşmiş gibi gözüküyordu ama, savaş
sanatları tanrısında bir endişe görülüyordu.
“Maa,
yapacak bir şey yok. Tanrıyı öldürmesi bir kenara, zaman
dolduğuna göre artık bizim yapabileceğimiz bir şey yok.”
Tanrıların
bir birleriyle konuşma sırasında, Hifumi beline kadar kaybolmuştu.
“Tanrılar.”
“Ne
oldu?”
“Bir
kez daha görüşelim. Ben orada daha fazla hayat çalıp, dünyayı
korkuyla dolduracağım. Sonra daha fazla güç elde edip geri
döneceğim. İlk önce beni çağıranları katledeceğim. Ben benim
irademi görmezden gelip zorla bir şey yaptırmaya çalışmalarından
nefret ederim sonuçta.”
Hifumi
kendi içinde bulunan büyük bir gücün heyecanlandığını
hissediyordu. Öldürmek için gerekli olan güç. Ve de kendisini
çağran kişiye olan müteşekkiri ve öfkesi.
Duygularını
kontrol altına almak için nefes aldı.
“Ben
kendi ahlak anlayışımla, o dünyayı değiştireceğim. Bir
mankafanın rüyası olabilir ama... Güç kullanarak o dünyayı
karıştırıcam, güç elde ettiğimdeyse bir şekilde geri
döneceğim. Sonra bu can sıkıcı dünyayı da değiştireceğim.”
“Ne,
ne diyo...”
“Görüşürüz.”
Hifumi
Tanrı'nın omurgasından aşşağı titretecek bir gülümseme
bırakarak bu dünyadan kayboldu.
“Bizler,
kendimize gelemeden acayip birini uğurlamış olabiriz...”
Sonra,
çağrılma tamamlandığı an kından çıkan katana gözünün
önündeki kıza fırladı.
“Eh...?”
“Beni
çağıran sen misin?”
Hifumi'nin
kıza bakan gözleri soğuktu.
“He?
Hee...?”
“Şerefsiz!
Ne yapıyorsun!”
Ne
olduğunu anlamayan kızla, ani saldırıya endişelenen şövalyeler.
Bu
tepkilere rağmen, Hifumi buz gibi soğuk şekilde etrafı
gözlemliyordu.
6
şövalye Hifumi'yi kuşatıp, açık bulurlarsa kafalarını sokacak
şekilde duruş almışlardı.
“Hii...”
Kız
sonunda kendisinin bıçak ağzında olduğunu farkettiğinden,
şaşkın yüz ifadesi korkuyla değişti.
“Saygısız!
Onun kim olduğunu biliyor musun!?”
[Ç.N.
He biliyo ap kızın anlında “prenses” yazıyo sanki]
''Bilmiyorum.''
Şövalyenin kızgın
sesine kalbinden cevap verip, görmezden geldi.
“Cevap ver. Beni
çağıran sen misin?”
“Wuu...”
“Şey, yavaşca
konuşabilirsin. Yanlışlıkla bıçak kayarsa, zaten ölü birisi
olursun.”
“Gulp...”
Yardım arayan gözlerle
etrafa baktı ama, şövalyeler kızın beklentileri karşılayacak
gibi değildi. Şövalye kılıcını yarısına kadar salladığı
arada, katanayı birazcık kaydırırsa kız ölürdü.
“Ka, Kahraman-sama...
Seni çağran kişinin ben olduğuma şüphe yoktur...”
“Sen kimsin de, benden
bir şey istiyorsun?”
“Ben, bu ülkenin,
Orsongrande'nin ilk prensesi Imeraria Torie Orsongrade...”
Hifumi'le gözleriyle
karşılaşan kişinin, korkudan eli ayağı titreyeceğinden,
ağzından baklayı çıkarmaya başladı.
“Benim ülkem, şu anda
gaddar demi-insanlarla olan şavaştan tükenmiş durumda... O
yüzden, antik kitapta bulunan devasa çağırma büyüsünün
kullanılmasına karar kılındı... Sadece kraliyet ailesinin kanını
devralan kişinin kullanabileceği gizli sanat olduğundan, krallığın
içinde bile özellikle büyü gücü yüksek olan bana,
kahraman-sama'yı çağırma görevi verildi...”
Anlıyorum.
Fantazi kitaplarında çok bulunan “kötülükle savaşmak için
kahraman çağırmak” diye anlılan şey. Ve de...
“Verildi? O zaman, bu
törene kim liderlik ediyor?”
“Bu, şey...”
Hifumi'nin gözlerinde
yavaş yavaş kızgınlık alevleri gören Imeraria, o adı ağzına
alırsa ne olacağını hayal etti.
Ama, bu kadarlık
bilgiyle, Hifumi de kolayca tahmin edebilirdi.
“Kral demek. Birinci
Prenses gibi yüksek mertebede bulunan kişiye emir verebilecek kişi
bi o var. Kraliçe de olabilir ama. Senin ebeveynin olduğundan,
senin çıkardığın karşıklığın sorumluluğunu alması da
gerekir.”
“A...”
Kendi hatası olduğunu
düşünüyordu ama, Imeraria'nın gözlerinde bir karışıklık
görüldü.
Şu anda önünde bulunan
adamı, kendisinin hayal ettiği gibi adelet duygusu taşan
Kahraman-sama değil, statü ve yetkiyi kafasına bile takmayan,
sadece bir garddar olarak görünüyordu, fazlasıyla tehlikeli
birisiydi.
“Ha, hayır! Bu
benim...”
“Kaç?”
“He?”
“Senin yaşın.”
“Aa, on, 14!”
Aniden yaşının
sorulmasıyla, bir an dona kalan prenses, aceleyle cevap verdi.
“Anlıyorum...”
Hifuminin katanası
birazcık kızın boynundan ayrıldı.
Onun içinde bulunan,
bencil standarlarının arasında, “Ortaokula kadar, kişinin
hareketlerinden ebeveyni sorumludur.” diye bir şey vardı. Bunun
dışında “Suçluya insanlık gösterilmez.” ve “Din
adamlarına ve öğretmenlerin dediği şeyler bir kulaktan girip
diğerinden çıkar.” da vardı ama, Hifumi'nin stres ve
sabırsızlığı nedeniyle bunların çoğu Japonya'nın yasalarına
ve geleneklerine uygun değildi.
“O zaman öldürmem
gereken kişiler senin ebeveyinlerin.”
“He...”
O an, Hifumi yüzünü
çevirdiği kişiye katanasını salladı.
Açık bulup, aniden
kafasını sokmaya çalışan arkasındaki şövalye, zırhın boynun
kısmından kırmızı kanlar fışkırarak , sesini bile çıkaramadan
yere düştü.
“O kadar öldürme
arzusu yayarsan, istemesem de anlarım. Tecrübesiz salak.”
Hangi ara bilinmez,
katana yeniden Imeraria'nın boynuna dönmüştü. Sanki oradan hiç
ayrılmamış gibi, tamı tamına aynı yere.
Onun tek atışı, kalan
şövalyelerin nefeslerini tutmasını sağlayıp, ayaklarını
zayıflattı.
Kalede hizmet edenlerin
içinde bile, bu seferki törene seçilen onlar, elitlerin arasında
elitlerdi, kılıç sanatlarında ülke çapında en iyi gruplardan
biriydiler.
Ancak, Hifumi'nin
kılıcının izlediği yolunu görmeyi bırak, katananın ne zaman
Imeraria'dan ayrıldığını bile farkedememişlerdi.
Hifumi'nin kılıç
sanatı da, şövalyeleri şok etmişti.
Onların kullandığı
kılıçlar va mızraklar, salladıklarında ağırlıklarının
ivmesiyle önüne geçen her şeyi parçalaması için tasarlanmıştı.
Hifumi'de bulunan japon kılıcı gibi, ince katananın, tören için
ince giyinmiş Imeraria bir kenara, zırh kuşanmış kendilerinin
bile ciddi yara alacaklarını düşünmemiştiler.
Şavaş alanına uygun
zırh ve kasklarla ilgili kılıç sanatında da ustalaşan Hifumi
için, zırhın açık bölgelerinden hayati noktalarına hedef almak
ortak bilgiydi ama, kültür farklılıklarından anlamıyorlardı.
Biraz konu dışı fakat,
Hifumi'nin yeteneklerinin kahraman olarak yeter de artar olduğunu,
ölen şövalye hayatıyla kanıtlamıştı.
“Şerefsiz!”
Öfkelenen şövalye
sesini yükseltti ama, tek bir adım bile atamadı.
Onun tersine, Hifumi çok
sakindi.
“Ölmek istiyorsanız
gelin. Sadece bu kızla işim var.”
Katanasını indirdi,
sessizce göz gezdirerek onları kışkırttı.
O an, kalan beş şövalye
birden saldırdı.
Önden ve iki taraftan*,
arkasından da havayı yaran mızrak vardı. Ancak Hifumi bir çizik
bile almadı.*
[Ç.N. Gençler bu
paragraf yanlış yazılmış heralde ing çevirmende almamış dedim
eksik kalmasın bi şeyler uydurdum. Bu arada iki taraftan derken
“sağ ve sol” dan bahsediyor.]
“...Devirasyon*
yöntemi.”
[Ç.N.
Lisânımıza
fransızca ‘dérivation’ (‘dé-river-tion’)
kelimesinden ithal edilmiş olup, ‘nehir yönünü değiştirmek,
başka yöne çekmek/çevirmek, türetmek’ gibi ma’nâsal
(anlamsal, ilgisel, mânevî) varyetelere (çeşitlere) hâizdir
(sahiptir).
(Kaynak:Ekşisözlük)]
Hifumi
mırıldanarak vücudunu kaydırıyormuş gibi dönerek bir
şövalyenin yanına hareket etti ve okşuyormuş gibi koluna elini
koydu.
Dans
ediyormuş gibi hareket eden Hifumi'yle yeri değişmiş şövalyeye,
yoldaşının mızrağı saplandı.
“Gu...
Gaha!”
Mızrak
hasarının büyük kısmı zırh tarafından engelensede, mızrak
zırhın eklem yerine saplandı. Şövalye afalladığı an
Hifumi'nin katanası adamın kafasını aldı.
Yoldaşını
bıçakladığından hareketleri duran şövalye de, bir sonraki an
gözünden beyni delinerek katledildi.
Bir
anda iki kişi kaybetmişti. Kalan üç şövalye duruşlarını
düzeltmek için arayı açtı.
“Güçsüz.”
Hifumi
kusacak gibi hissetti.
“Kale
şövalyeleri değil misiniz? Birazcık daha iyi karşılık
verecağinizi sanmıştım...”
“Gu...”
“Daha
istiyor musunuz?”
“Seni
piç, sen bir hiçsin!”
Şövalye
olarak güçleri hafife alınan onlar, artık prensesi kurtarmaktan
önce kafaları Hifumi'yi öldürme düşüncesiyle yönetildi.
Üçünün
aynı anda kısa mızrağı indirerek yaptığı saplama hareketi,
Hifumi yürüyüşe çıkmış gibi kolayca savuşturdu.
Ve
de içlerinden biri ileri ittiği mızrağı kaptırıp dengesini
kaybettiği an boynu kesilmiş, bir diğeri ise öne çıkardığı
dizine arkadan vurularak diz çökmüş şekilde durarak, boyun
omurunu katanaya teslim etmişti.
Sona
kalan adam, büyük hareketlerle mızrağı sallarken katananın
sapından küçük parmagına darbe almış, sağ elini kullanamaz
hale gelmişti.
[Ç.N.
Bi serçe parmağı kırıldı nasıl sağ eli kullanılamaz hale
geldi diyen arkadaşlar çıkarsa dişimi kırcam.]
[D.N.
Ek bilgi vereyim iddia'ya tutuşulduğu zamanlar, iki kişinin serçe
parmakların birbirine dolaması, kaybeden tarafın serçe parmağının
gideceğine dair sembolik bir işarettir. Serçe parmak kılıç ve
mızrak vs. aletlerde çok önemli bir uzuvdur ve dengeyi sağlar.]
“Bitti!”
Açıkta
kalan kol aralından katanayı sokarak kalbini delen Hifumi, kanlı
bıçağı* yeniden Imeraria'ya döndürdü.
[Ç.N.
Anlamayanlar için “Katananın keskin tarafı” çok geçiyo bunu
kullancam]
Krallık
şövalyelerinin gücüne inanan Imeraria, Bir an kan denizinde batan
şövalyelere bakamadı.
İnanamıyordu.
“Au...
Au...”
“Hadi,
ebeveyinlerinin olduğu yere kadar rehberlik et.”
Hifumi
bir kaç kişi öldürmesine rağmen, hiçbir şey olmamış gibi
konuşmaya başlayıp, katanasını yavaşca kına yerleştirdi.
...
Prensesin
rehberliğinde, kalenin içinde yürüyorlardı.
İşçiler
ve şövalyeler belirli bir mesafeden bakıyorlardı ama, kimse ses
çıkaramıyordu. Zayıflamış durumda olan prensesle, garip bir
genç adam. Hiç kimse bu durumu bağdaştıramadı.
Hifumi'nin
çağırıldığı odada, şövalyelerin ceserleri olduğu gibi
bırakılmış, o odada olan şeyleri, daha kimse bilmiyordu.
İşcilerin girmesine izin verilmiyor, sadece önemli bir şeyin
olduğunu biliyorlardı.
Güzel
bir yapı. Önceden internette gördüğüm, Batı kalelerine
benziyor.
Sadece
gözlerini hareket ettirerek, bilgi ediniyordu.
İşcilere
benziyen grup genellikle sabahlık giyiyorlar. Anlaşılan önceki
dünyadaki orta çağ kültürü gibi ha? Imeraria'nın giysileri
yeterince iyi kumaşla yapılmışa benziyor...
Yürürken,
aniden aklına bir şey gelen Hifumi, çağrılmadan önce aldığı
karanlık özellikli büyüyü denemeye karar verdi. Çağrıldıktan
sora vücudunda bulunan uyumsuzluğun büyük ihtimalle büyü gücü
olduğunu tahmin ediyordu.
Büyü
gücünü sol eline toplamayı hayal edince, kara sis gibi bir şey
sol elinden yüzeye çıktı.
''Karanlık
büyüsü deyince...''
Daha
önce bir yerde okuduğu romanı hatırlayarak, büyüyü kullandığı
görüntüyü katılaştırdı.
Çapı
20cm kadar siyah bir daire önünde süzülmeye başladı, Hifumi
onun içine katanayı koymaya çalıştı.
Koymayı
başardım. Son olarak...
Belinin
arkasına uzattığı eline, karanlığın içinden katanayı çekip
çıkardığını hayal etti. Eliyle kavrama hareketi yapınca,
avucunda sıktığı sapı hissetti.
Görmedende
geri çıkarmak mümkün. Gerçekten hayal ettiğim her şeyi
yapabiliyorum.
Bu
deneyi yaparak, adım sesi çıkarmadan yürüyen Hifumi'nin önünde,
topuğun sert sesi yankılanarak sinirli bir şekilde yürüyen
Imeria'nın kafası karışıktı.
Onu
bu şekilde kral olan babasının yanına götürmek iyi miydi?
Ya
da bu şekilde onu başka bir yere götürse?
Götürdükten
sonra ne olacaktı?
Kendisini
kandırdığını anladığı an, ne yapardı?
Hayır,
kendisini öldürse bile, ondan sonra?
Sonunda,
kaleden birini yakalayıp, babasının yanına ulaşmaz mıydı?
“Ben
neden böyle bir şey yapıyorum acaba...”
Kimsenin
duyamayacağı küçük bir sesle mırıldanmaya çalıştı ama,
anlaşılan sessiz genç adam duymuştu.
“Onun
cevabını ancak kendi içinde bulabilirsin.”
“He?”
Olduğunu
bilmediği cevaba karşın istemsizce arkasını döndü.
“Yaptırdıkları
şeyde de yaptığın şeyde de, her şekilde sonuca ulaşmalısın.
Sonuca ulaşırken kötülük yapmak, kâr çıkarmak, birini memnun
etmek, birine zarar vermek, farketmez. Tek gerçek bunun bir sonucu
olacağıdır.”
Bu
kelimelere, yine zihninin içi düşüncelere gömüldü.
“Bütün
eylemler geri sana döner. Bu duruma gelmesinin sebebi, sen
eylemlerin dışında bir suçlu ararsan da bir anlamı yok.”
[Ç.N.
Evet yazar sarhoşken yazmış heralde kafalar pırıl pırıl.]
Hifumi'nin
kelimeleri Imeraria'nın kafasını karıştırırken, çoktan taht
odasının girişine gelmişlerdi. Kral oranın içinde büyük
ihtimalle kahramanın gelmesini bekliyordu.
Hiçbir
şey bilmeyen şövalye, gülümseyerek baktı.
“Ojou-sama*,
yanınızdaki bu kişi...”
[Ç.N.
Prenses demek burdan itibaren anlam bozulmadıkça bunu
kullanacağım.]
“Evet,
babamla tanıştıracağım. Kapıyı açın lütfen.”
Buraya
kadar geldiklerinden,Imeraria da birazcık kararlılık kazandı.
Şövalyeye söylediği sözlerde, az öncekinden farklı olarak,
sakindi.
Katanasını karanlığın içine koymuş Hifumi, engellenmeden Imeraria'yı takip ederek odaya girdi.
Imeraria Kral'ın önüne, 5 metre kadar mesafe bırakarak durdu.
Hifumi onun arka çaprazında dikiliyordu. Diz çökmemesine birkaç kişi kaşlarını çattı ama, sonra boş verdiler.
Imeraria eğilince, Kral ağzını açtı.
"Imeraria, yanındaki kişi kahraman mı?"
Ama cevap veren prenses değildi.
"Hayır, kahraman falan gelmedi."
Hifumi direk olarak kralın gözlerine baktı.
"Saygısız! Kral izin vermeden konuşma!"
50 yaşında görünen, görkemli sakalı olan memura benzeyen adam bağırdı ama, Hifumi onu tamamen görmezden geldi.
"Bu kızın
çağırdığı kişi, farklı dünyadan zorla koparılan, acınası
bir kurbandır..."
Karanlıktan
çekip çıkarılan katana, esrarengiz bir ışıkla parıldadı.
“Bu
suçu, hayatınla ödeyeceksin...”
Gözleri
soğuk bir ışık parlayarak duruş alan Hifumi, zarifce gülümsedi.
Önceki Bölüm || Seriye Git || Sonraki Bölüm